Şile’de Şapka Düştü
Bir haftadır Cemil Ağabey’in son fotoğrafı beynimize kazınmış halde kahrolarak haberleri seyrediyoruz. İnanılır gibi değil, her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bir yorum yapıyor. Devletimizin hâşâ hiçbir zaman hiçbir konuda en ufak bir ihmali veya kusuru bulunamadığından, hiddetle sorumlu arayan, sorgulayan insanlar adeta bir duvarla didişmekle meşguller. Sorgulayan ve ya savunanların söylediklerine ek olarak, medyanın karga tulumba yakalayıp da mikrofon uzattığı türlü “bilir kişilerin”, her türden argümanı ve yorumu ile yaratılan bilgi kirlilik içinde unutulup gidecek ölen 10 denizci kardeşimiz.
Önce Volgo-Balt 199’dan başlamak gerekmez mi?
Gemi 1976 yapısı, nehir tipi bir gemi. Biz bitmez tükenmez ödenmemiş maaş sorunları nedeniyle bu tip gemilere çok çıktık; birçoğu, köpeğinizi bağlamayacağınız kadar kötü durumda. Armatörünün “Al gemi senin olsun, ne yaparsan yap” deyip telefonunu suratımıza kapattığı ve bir daha da kendilerine ulaşamadığımız durumlarla çok karşılaştık. 3 ay yakıt, maaş vb. ödenmediğinde geminin değerinin borçlarının altında kaldığı, her anlamda ömrünü tüketmiş yüzen hurdalar bunlar.
Şirketler her gemisini ayrı bir off-shore şirket üzerine kaydediyor. Bundaki amaç, bir geminin başına bir şey geldiğinde, örneğin battığında, ölenlerin aileleri, çevre kirliliği, kaybedilen yük, vb. nedenlerle alacaklı taraflar, hukuksal olarak bir yere varamasın, şirketin mal varlığına (örneğin diğer gemilerine) erişemesinler. Bu gemi de, Baltwave 199 Ltd. adında sadece bu gemi için kurulmuş bir paravan şirket üzerine kayıtlı; gerçek sahibi olan Ukraynalı Valship PE (care of) eliyle sicillendirilip; paravan şirket, bir sözleşme ile işletme hak ve yükümlülüklerini (management) Valship PE’ye taşeronlamış; “sözleşme” icabı, Valship PE tüm yetkilerle donanımlı, ancak sorumluluktan muaf; hatta o da paravan şirketin mağduru ve alacaklısı! Gerçekte, gemiden kaynaklı bir yükümlülük ve ya hukuki bir yaptırım ile karşılaştıklarında şunu söylüyorlar; “gidin bakın bakalım, ben Kamboçya’da mıyım?”
1976 Slovenya yapısı bu nehir tipi geminin gerçek bir PSC denetiminden geçebileceğine inanan bir aklıevvel var mıdır denizcilik camiasında? Peki, bu gemi, bıraktık tutuklanmayı, hiçbir detention almadan geçtiğimiz bir yıl içinde bıraktık Rus, Ukrayna limanlarını, defalarca Türk limanlarına nasıl girip çıkabilmiş? Denizciliğin dışındaki insanların anlayabileceği bir dile anlatmaya çalışalım; Trafikte 1976 model bir kamyon, diğer araçlardan daha fazla dikkat çekeceğinden (=target faktörü yüksek olacağından) çok fazla ve daha sıkı denetime tabi tutulacaktır. O kadar ki, böylesi bir aracın devamlı denetimlerin gereklerini karşılaması, astarı yüzünden pahalıya geleceğinden, pratik olarak çoktan hurdaya gitmiş olması gerekir. Böylesi bir kamyon İstanbul boğaz köprüsünde ortadan ikiye kırılıp, bir de ölümlü kazaya neden olsaydı herkes şu soruları sormaz mıydı: “Bu kamyonu hangi sivri zekâ işletmeye çalışıyor? Neyine güvenip trafiğe çıkarıyor, bunun sahibi kim, buna ruhsat veren kim, tüm yol boyunca denetleme istasyonlarından nasıl geçmiş, yahu denetlemelerde bizim 3-5 yaşındaki araçlarda gördüğümüz muameleye bak, bu nasıl iş?” vs. Kaza denizde olunca kimse bu soruları sormuyor. Neden?
Ama bu kamyon yabancı plakalı (bayraklı/klaslı vs.) denebilir; iyi de burası da boğaz köprüsü; ülke olarak tam yetkili ve sorumlu değil miyiz! Denizciliğin “D”sinden anlayanlar, bu gemilerin neden St.Kitts and Nevis, veya Cambodia, veya Comoros vb. bayraklı olduklarını bilir; zira bu hurda yığınları ancak böylesi, ucuz paraya satılan bayraklar altında bir “gemi” olarak sicillendirilebilir; biraz ciddiyeti olan hiçbir devlet bu gemileri kendi çatısı altına alıp kendisinin en azından ismini kirletmek istemez çünkü.
Aynı şirketin 1976 yapısı, yine St.Kitts bayraklı, yine nehir tipi gemisi Volgo-balt 193, 1 Aralıkta Samsun’dan kalktı. Geçtiğimiz yıl içinde Gebze, Mersin, Samsun gibi birçok Türk limanına defalarca ve sorunsuz girip çıkmış.
Yine aynı şirketin Almeria adlı Kamboçya bayraklı yine 1976 yapısı nehir tipi gemisi şu anda Kerson’dan Bandırma’ya gidiyor. Bu gemi de sorunsuzca Gemlik, Gebze, Aliağa vb. Türk limanlarına sürekli olarak gidip gelen bir gemi.
Yine aynı şirketin Navigator adlı, 1980 yapısı yine nehir tipi Kamboçya bayraklı gemisi, Trabzon, Samsun, Gebze, İstanbul, devamlı Türkiye liman ve karasularına girip çıkıyor!
Kendi bayrağındaki gemileri uluslar arası standartlara uydurmak için cidden zorlayan, tedbirler alan bir devletin, kendi aleyhine böylesi bir çifte standart uygulaması nasıl yorumlanabilir?
M/V Ogan Bey gemisi, personeli ile Ereğli’de battı, kol kırıldı yen içinde kaldı. M/V Vera aynı şekilde battı, kol kırıldı yen içinde kaldı. Şimdi Volgo-balt 199 battı. Anlamak istemeyene, ne davul, ne zurna, ne de insanların çığlıkları fayda etmiyor.
Örnekteki kamyondan farklı olarak bu yüzen hurda yığınında, ev geçindirmeye çalışan 12 insan çalışıyordu. Bu insanları “işe alıp”, onları bu yüzen tabutun içinde Karadeniz’e süren ve böylece para kazanmaya çalışan kişiler “işveren” değil, para hırsıyla gözü dönmüş katillerdir. Bu gemiyi, kağıt satarak “bayraklayanlar”, klaslayanlar, yurt dışında off-shore şirketler üstüne kaydedip sorumluların bulunamaması için yardımcı olanlar, yine kağıt satıp sigortalayanlar, bu gemileri Türkiye’de, Ukrayna’da, Rusya’da, Romanya’da, Gürcistan’da, Bulgaristan’da, denetlemelerden geçirenler veya denetlememeyi tercih edenler ve bu duruma, şu ya da bu politik nedenlerle seyirci kalanlar; hepsi “işverenlerin” suçuna ortaktır.
Batan gemileri kurtarmaya çalışmak elbet kutsal ve yapılması gereken bir iş; ancak öncelikle bataklığı kurutmak gerekliliği bu rezilliğin içinde yüzenlerin göremedikleri bir şey mi?
Ölenler Neden Öldü?
Geçenlerde bir sözde meteorologun boğaz girişinde nasıl girdap oluştuğunu anlattığı ve bunu kaza ile ilişkilendirdiği bir yorumu ağzım açık kalarak izledim. Denizciler, camia olarak çok kendi içimize kapanmışız, olay dış dünyaya yansıdığında adeta ‘’uzaylılardan’’ bahsedermiş gibi sallıyor insanlar, inanılır gibi değil!
Kurtarma Teknesinde ölen arkadaşlarımızın nasıl öldüğünü gözlerimizle gördük; onları girdap yutmadı, uzaylılar da kaçırmadı. 52 yaşında, emekliliği için gün sayan Cemil Ağabeyimiz, gemi battıktan 12 saat sonra, yaklaşık 10 mil açıktaki olay mahallinden sözde insan kurtarmaya tekne ile gidilmemesi gerektiğini ispatlamaya çalışırken öldü. O ölürken kıyıdaki insanların tepelerinden geçen helikoptere mevkii işaret etmeye çalışmaları, yaşanan saçmalığa tuz biber ekti.
Olaydaki hatalardan, koordinasyon eksikliğinden olsun bahseden tek bir yetkili bile bugüne kadar ortaya çıkmadı. Ülkemizin bağrından ne mühendisler ne yiğitler çıkıyor, ama….
Sayın Bakanımız sağ olsunlar, Kurtarma Teknesinde ölen arkadaşlarımızın cenaze işlemleri ile uğraşıldığı sıralarda, Antalya Kemer’de Grand Haber Otel’de katılmakta oldukları “Haber-İş’in Kuruluşunun 50. Yıl Dönümünü Kutlama” töreninde, biz denizcilerin sefere çıkmadan önce helalleştiğimizi ve bunun denizciliğin doğasında var olduğunu söylediler, ölen arkadaşlarımızın “kahramanlığını” övdüler. Her ne hikmetse 2008 yılında denizciliği ağır işkolu olmaktan kâğıt üstünde çıkarıverdikleri o esnada kimsenin aklına gelmedi. Sayın Bakanımız, bu yaratıcı ve beklenmedik konuşmalarının ardından da sendikacılardan plaket ve hediyesini aldılar. Dünyanın en ağır işkolu olarak kabul edilen madenciliğin ardından, en ağır ikinci işkolu olan denizcilikte böylece hak ettiği ilgiye kavuşmuş oldu. Bizler de tehlikeli çalışma koşularımızın gerektirdiği önlemlerin bundan sonra alınacağının iç huzuruyla dolarak ‘’Helalleşip’’ işlerimizin başına döndük.
Sayın Salih Orakçı ise başlangıçtaki hot-zot çu üslubu ile suç ve sorumluluğu ölenlere atma tavrını değiştirip geliştirdi; “sorumluluk haşa kurumda (–dolayısıyla bende de-) değil; kimse işten atılmakla tehdit edilmedi(etmedim); yetki sorumluluk onlardaydı; asla suçlu değildirler (?!), asla onlara laf söyletmem (?!!!), Onlar kahramandırlar!” şeklinde revize etti.
Vardiyadaki Kurtarma Teknesinin 3 kez denemesine rağmen başaramayıp durumu tutanak altına almalarını takiben, ikinci ekibin evlerinden çağrılması, söz konusu kahraman kardeşlerimize ne kadar güvendiklerini ve onların kahramanlıklarıyla ne kadar çok övündüklerini yeterince göstermiyor olmalı. Sonuç: “kol kırılır yen içinde kalır, ölenlere şehit deriz, kahraman deriz, kervan aynen yürür”.
Elbet merakla beklediğimiz cevaplar var. Kurtarma Teknesinin yapısı, Cemil Ağabey’in gerçekten gitmeye mi çalıştığı, yoksa gidilemeyeceğini (gitmesinin bir anlamı yoktu çünkü) bir iki denemeyle gösterip geri dönmeye mi niyetli olduğu, motorun neden stop ettiği vb. Tüm soruların cevabını mesleki açılardan da merak ediyoruz; ancak ben en çok, Salih beyin kıvraklığı kadar bile olsa, güncel bir sorun karşısında bir gün “gereken yapılamamıştır, ilgili merciiler üstüne düşeni layıkıyla yerine getirememişlerdir” denip denemeyeceğini merak ediyorum. Varsın ardından ”sorumlular hakkında derhal gereken yapılacaktır, ilgili merciler üstlerine düşen vazifeyi layıkıyla yerine getireceklerdir” densin; o da bir şeydir! Hatasını kabul edilebilen bir devletlû, bizim gibi insanca muameleye hasret kalmış bir toplumda az bir şey midir?