Denizcilik Sektöründeki “Sihirli” Sözcükler Ne Anlatıyor?
Son yıllarda denizcilik sektöründe “verimlilik”, “sinerji”, “yeşil denizcilik”, “adil geçiş”, “genç insan kaynağı” vb. kavramlar sıkça kullanılıyor. Sektör kendisini bu terimler aracılığıyla modern, çevreci ve yenilikçi bir alana dönüşen bir yapı olarak sunmaktadır. Ancak bu söylemler bilinçli şekilde dar bir çerçevede tutulmakta ve deniz çalışanlarının çalışma ve yaşam koşulları bu çerçevenin dışında bırakılmaktadır. Bu kavramların içeriklerine yakından bakıldığında, deniz çalışanlarının iş yükünü artıran, esnekliği ve güvencesizliği normalleştiren bir işlev taşıdığı görülmektedir. Dolayısıyla bu tür söylemlerin deniz çalışanları açısından ne anlama geldiğini ve bunlardan ne anlamak gerektiğini ortaya koymakta fayda var.
Verimlilik
Verimlilik söylemi, şirketler açısından operasyonun hızlanması, maliyetlerin azalması ve rekabet gücünün artması anlamına gelirken, çalışanlar açısından artan iş yüküne işaret ediyor. “Gemi personelinden ofis operasyon ekibine kadar herkesin yetkinliği, eğitimi ve motivasyonu, operasyonun güvenliği ve verimliliği açısından belirleyicidir.” Kimilerince sık kullanılan üstü kapalı bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere verimliliğin sırrı, çalışma koşullarının iyileştirilmesinden çok, emeğin daha yoğun ve esnek biçimde kullanılmasında yatıyor. Vardiya yoğunluğu, azalan dinlenme süreleri ve genişleyen sorumluluk alanları verimlilik artışının pratik ve olmazsa olmaz sonuçlarıdır. Bu nedenle verimlilikten kasıt, deniz çalışanları açısından bir iyileştirme hedefi değil, emeğin daha fütursuzca kullanılmasını meşrulaştıran bir araç olarak işlev görüyor. Gelişen teknolojiyle izleme sistemlerinin kullanıma sokulması giderek yaygınlaşıyor ve bu durum şu şekilde dile getiriliyor: “Operasyonların verimliliğini artırmak için teknoloji destekli kontrol mekanizmaları kurmak…” Ancak deniz çalışanları açısından bu niyetin gerçek karşılığı, artan iş yükü, sürekli gözetim baskısı ve kontrol mekanizmalarının deniz çalışanları üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı kalmasıdır.
Yeşil Denizcilik
Yeşil denizcilik veya yeşil dönüşüm, modernleşme ve sorumluluk göstergesi olarak sunulsa da bu dönüşümün deniz çalışanları açısından getirdiği sonuçlar çoğu zaman göz ardı ediliyor veya tartışmalardan tamamen dışlanıyor. Konu yalnızca çevre perspektifinden ele alınıyor, ki bu perspektifte bile samimiyet bulmak çölde vaha bulmaya benziyor. Doğanın korunması ve doğayla uyumlu bir süreç yürütülmesi verili nesnel koşullar altında hiç mümkün değil ve buna dair ciddi bir niyet de zaten bulunmuyor.
Oysa yeni teknolojiler, enerji verimliliği sistemleri, rota optimizasyonu ve düşük emisyonlu yakıt uygulamaları deniz çalışanları için ek yükler doğuruyor. Örneğin, rota optimizasyonu gemilerin daha kısa sürede limana ulaşmasını sağlarken, deniz çalışanlarının vardiya temposunu yükseltiyor ve dinlenme sürelerini daraltıyor. Enerji verimliliği odaklı makinelerin ve sistemlerin sürekli kontrolü ise hem bilişsel hem de fiziksel olarak ekstra bir dikkat ve çaba gerektiriyor. Ayrıca yeşil dönüşüm kapsamında geçişi düşünülen alternatif yakıt kullanımı ise deniz çalışanların sağlıkları üzerinde ciddi tehditler barındırıyor. Metanol ve amonyak gibi geçişi düşünülen alternatif yakıtlar toksik buharlar yaymakta, cilt ve solunum yolunu tahriş etmekte ve uzun süreli maruziyet durumunda ciddi solunum ve sistemik sağlık sorunları riskini artırmaktadır. Özetle, yeşil denizcilik söylemi, çevresel kaygılar üzerinden iş yükü ve baskıyı görünmez kılan, deniz çalışanlarının çalışma, yaşam ve sağlıklarını da görmezden gelen bir örtüye dönüşüyor.
Oysa çevreyle uyumlu gerçek bir dönüşüm, deniz çalışanlarının iş güvenliğini, yeterli dinlenme, çalışma koşullarını ve sağlıklarını da kapsamalıdır. Aksi takdirde “yeşil” olarak lanse edilen dönüşüm, çevre kılıfı ardına gizlenen, kâr amacı güden bir araç olmanın ötesine geçemez ve deniz çalışanları açısından yeni riskler yaratır.
Genç İnsan Kaynağı
Genç insan kaynağı söylemi yüzeyde dinamizm ve yenilik çağrıştırsa da çoğu zaman daha düşük maliyetli ve esnek çalışmaya razı olabilecek işgücünün tercih edilmesi anlamına geliyor. Türkiye’deki genç denizci “kaynağının” kıymetli olduğu ve bu “kaynaktan” faydalanabilmek için “uluslararası standartlarda sürekli eğitim, dijital yetkinlikler ve liderlik becerileri ile güçlendirilmesi gerektiği” söyleniyor. Bu fikir veya bakış açısı, insana kaynak olarak baktığı için daha baştan şüpheye mahal veriyor. Öte yandan bu yaklaşım genç denizcilerin esnek ve düşük maliyetli işgücü olarak görüldüğü anlamına geliyor. İş bulabilmek için başta teknoloji olmak üzere çeşitli yetkinliklere sahip olunması gerektiği söyleniyor ve teknolojinin gemilerde kullanılmasıyla açığa çıkan yeni sorumluluk alanları bu şekilde başta genç deniz çalışanları olmak üzere tüm denizcilerin sırtına yıkılıyor.
“İnsan kaynağı modelleri” ile ifadesini bulan bu tür politikalar, tamamen maliyet odaklı stratejilerin süslü bir dil aracılığıyla örtülmesinden ileri geliyor. Bu mesleğin “fedakârlık” gerektirdiğini söyleyenlerin, konunun bu tarafını da görerek, genç denizcileri, maliyetlerini düşürecek bir kaynak olarak görmekten vazgeçmelidirler. Denizde çalışma sürelerinin (2.5-3 yıl) kısalmasından dert yananların, çözümü bu bakış açısı değişikliğinde aramaları faydalı olacaktır.
Adil Geçiş
Verimlilik, yeşil denizcilik, genç insan kaynağı vb. kavramlar, sektörün kendisini modern ve çevreci bir çizgide sunmasını sağlasa da bu dönüşümlerin maliyeti ve getirdiği yük deniz çalışanlarının üzerine yıkılmaktadır. Artan iş yükü, sıkılaşan denetim baskısı, yeni teknolojilere uyum zorunluluğu, alternatif yakıtların sağlık riskleri ve esnek istihdam modelleri bu süreçte görünmez kılınmaktadır.
Bu nedenle adil geçiş, denizcilikte yaşanan tüm dönüşümlerin deniz çalışanları açısından doğru bir zemine oturması için zorunlu bir çerçevedir. Uluslararası düzeyde “düşük karbonlu ekonomiye geçişte hiçbir işçinin geride bırakılmaması” ilkesi olarak tanımlanan adil geçiş, çevresel hedeflerin çalışan haklarını aşındırmasına karşı bir güvence niteliği taşır.
Dolayısıyla denizcilik sektöründe devam eden dönüşüm sürecinin getireceği yenilikler ve değişimler deniz çalışanlarının çalışma ve yaşam koşulları gözetilerek yönetilmelidir. Bu da sağlık ve güvenlik risklerinin (özellikle metanol ve amonyak gibi yakıtların yarattığı toksik maruziyetin) açık biçimde ele alınmasını, verimlilik uygulamalarının dinlenme sürelerini daraltacak biçimde kullanılmamasını, genç deniz çalışanlarının esnek ve düşük maliyetli işgücü olarak görülmesine son verilmesini gerektirir.
ITF olarak, adil geçişin ancak deniz çalışanlarının sürece katılımıyla, istihdam güvencesiyle ve çalışma koşullarının kötüleşmesine izin verilmeden, (dahası, verili koşulların da düzeltilmesiyle) mümkün olacağını vurgulamak isteriz. Ancak bu yaklaşım tarzıyla sektör, teknik ve çevresel söylemlerin ötesine geçerek deniz çalışanlarının da önemsendiğini ve onların haklarının da korunacağını ortaya koyabilir. Aksi, karşı durduğumuz bir çizgi olacaktır.
Son olarak, çevresel hedeflerin samimi ve sürdürülebilir olabilmesi için adil geçiş bir seçenek değil, zorunluluktur. Deniz çalışanlarının hakları merkeze alınmadan yürütülen her türlü dönüşüm, sonuç itibariyle, denizciliğin sürdürülmesini mümkün kılan deniz çalışanlarını yok saymaktır.
