Bir Çarkçıbaşından Mektup

Merhabalar,
ITF bülteninin İngilizce baskısı 10 yıla yakın bir süredir düzenli olarak evine ulaşan ve neredeyse aileden biri olarak, Türkçe baskıdan dolayı sevincimi ve gecikmiş şükran borcumu ödemek için yazıyorum bu mektubu. Bu vesileyle evime karşılıksız postalanan düzenli bültenler için de ITF yetkililerine ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Bu bültenler sayesinde gözden uzak ve çaresiz olmadığımızı fark ettik. Gönül birliğiyle kararlılığın başarı hikâyelerini okuduk. Çözüm yollarını ve olası riskleri öğrendik.
Ayrıca, Türkiye müfettişi olan Sayın Muzaffer Civelek’in eski bir öğrencisi olarak, Federasyonun ülkemizdeki masasının ne denli doğru kişilerin elinde olduğunu gururlanarak öğrendim.

Bu gecikmiş mektupta hazır kalemi elime almışken, sektörün emekçilerinden biri olarak (üstelik anadilimle) değerli vaktinizi çalmak pahasına bir şeyler karalamanın yerinde olacağını düşündüm. Görüşlerimi paylaşmak istedim.
Bana kalırsa büsbütün sanayileşmiş sektörümüzün handikaplarından en öncelikli olanı güvenlik ilkesinin ciddiye alınmayışıdır. Bu da yetersiz pratik eğitim ve bilinçsiz talimlerden kaynaklanmaktadır. Bunun yanında, biraz da bunlarla ilişkili olarak şirket yönetimlerinin sanal bir kriz söylemi içinde işletme giderlerinde kesintiye gitme anlayışıdır. Yetersiz bilgi ve deneyimde personel çalıştırmaktan fason yedek parça ikmaline kadar uzatabiliriz sözde tasarruf kalemlerini. Sonunda küçük hesaplarla büyük işlerin dönmeyeceğini bir defa daha fark ederiz. Tabii ki bu durumun faturası çoğu kez çalışanlara çıkartılır. Yoğun çalışmadan kaynaklanan mesleki kazalardan tutun, iş ve can kaybına kadar büyür olumsuz sonuçlar.

Özelde ülkemiz, genelde dünya sektör haberleri takip edildiğinde verimlilik odağının mali kazançlar etrafında şekillendiği görülmektedir. Şahıslardan çok şirketler önceliklidir. Herhangi bir zararın sorumlusu sektörün emek işçisidir de kazanç ve başarı şirket politikasınındır. Ne var ki şirketlerin, güdük politikalarını çetrefil bildirgeler olmaktan çıkarıp uygulanabilirliği esnek olan somut kılavuzlar şeklinde ele almaları daha anlamlı olacaktır. Geminin yoğun ve disiplinli yaşanan bir iş yeri olduğu kadar ilişkilerin esneyip iletişimin geliştiği geçici bir aile ortamı olduğu da düşünülmelidir. Nasıl ki deniz koşullarını değiştiremiyorsak, insana rağmen çıkarılan edilgen sınırlamalar-düzenlemeler ve uygulamalarla kalıcı bir standart yakalanamaz. Denizciliği sadece meslek olarak görmek deniz koşullarına katlanan denizcilere haksızlık olur.
Denizcilik, son yıllarda yoğun iş gücüne gereksinim duyan, işletim hızının işletmeci güvenliğini hiçe saydığı dengesiz bir meslek olmaya başlamıştır. Bu durumla ikilem oluşturacak şekilde formalite sayılabilecek evrak işlerini de arttırmıştır. Günlük, haftalık, aylık periyodik kontrollerden liman evraklarına, röle talimlerinden dinlenme saatlerine kadar çeşitlilik göstermiştir kayıt işleri ve neredeyse bürokratik bir hal almıştır. Kâğıt üzerinde oluşturulan sistem, yetersiz personel için denge bozucu bir gereksiz yoğunluk, dolayısıyla risk olasılıkları taşımaktadır. Ekonomik (!) personelle donatılmış yoğun işletilen bir gemide insan sınırlarını zorlayarak ne kadar kaliteli iş yapılacağı da doğrusu tartışmaya açık bir konudur.
Diğer yandan, deniz ve gemi koşulları bu sözde mükemmel sistematiği bozacak sıra dışı durumlar yaratabilmektedir. Gemi üzerinde yaşayanların verimli olabilmek için gıdalarını tam alıp düzenli dinlenmiş olmaları tartışmasız zorunludur.
Çifte sicilden çifte muhasebeye, şirketlerin işçisini hor gören kazanç merkezli uygulamalarını görmekteyiz. Acaba çalışanların işverenlerine karşı aldığı sorumluluğu işveren de çalışanına karşı gösterebiliyor mu?
Uygunluk ve elverişlilik söylemleri süslü sektör sloganları olmaktan başka bir anlamı karşılayabiliyorlar mı? Öyle ya, şirketlerin gemilerini ve personelini gözettiği durumlarda sistematik bir uyum zaten kendiliğinden doğacaktır. Gemi kaptanı gemiden ve personelinden çok kendinden başkasını düşünmeyen armatörünün kazancıyla ilgili kişiliksiz bir işbirlikçi mi? Yoğun iş ve manevralar arasında zaman zaman bunaltıcı gelen kayıt işleri bile insan gerçeğini varsayan düzenlemelerle sürdürülebilir hale gelecektir. Sorular açık ve akıllıca soruldukça tatmin edici yanıtlar bulunacak, tartışmasız çözümlere kendiliğinden ulaşılacaktır.
Kumanyası yetersiz ve/ya önemli makinelerin- kritik yedek parçaları eksik olan gemiler sözde liman/seyir hazırlıkları içinde koşuştururken liman/seyir güvenliklerinden gerçek anlamda söz edilebilir mi? Yapılan hazırlıkların bir çeşit göz boyama olmadığını kim söyleyebilir?
İşte bu soru(n)ların tam karşısında haklarının farkında olan bilinçli çalışanlar gerekiyor. İşverenine karşı gösterdiği özveriyi kendi kendisine de gösterebilecek kararlı, sağduyulu, söz sahibi çalışanlar ile bu hak hareketinin oluşturduğu birlikten doğacak dayanışma ruhu. Tabii ki Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmindeki gibi rastlantısal ve ciddiyetsiz bir birliktelik değil sözünü ettiğim.
Denizcilik söylemi altındaki araştırmalarda (örneğin En büyük 20 denizcilik ülkesi) daha çok gemi ve şirket sayıları temel alınarak yapılmaktadır. Bu yanlı(ş) değerlendirmeler gemi adamlarının yaşı, deniz deneyimi ve gemi koşulları, şirketlerin iş-personel politikaları gibi nitelikleri göz ardı etmektedir. Mantıksal yaklaşımlar olmadan, özele inip enine boyuna irdelenmeden genel geçer kanılar oluşturmaya çalışmak tek yanlı ve inandırıcılıktan uzak olur.
Akıl ve teknolojinin belirlediği çağımızda hiç ummadığımız gelişmiş ülke şirketlerinin, çalışanlarının özlük haklarını yok sayan uygulamaları karşısında şaşırıyoruz. Uluslar arası standartların bu çeşit işletme ve gemiler üzerinde sağır kalışına inanamıyoruz.
10 yılı aşkın bir süredir, uluslararası sularda çok çeşitli şirket ve gemi tipinde görev yapan, halen işin mutfağında çalışan bir zabit olarak vardığım sonuç kısaca şudur: Bireyler mesleki gelişimleri, iş ahlakları ve kişisel sorumlulukları ile bilinçlendikçe doğru tercihlerde bulunup kararlılıkları sonunda olumsuz koşullardan ve uğrayacakları olası haksızlıklardan eninde sonunda kurtulacaklardır.
Tepkimiz dosdoğru, bizi cahil çöl bedevisi gibi haksız gören, bu tepkilerimizi de tüccar yağmacılığı sayan fırsatçı anlayışadır.
Çaresizliği yaratan yalnızlıktır. Yalnızlık güçsüz kılar, ifadesizleştirir. Birliktelikse güç ve süreklilik doğurur ve sabırla süren toplu mücadelenin sonunda başarı kaçınılmazdır. Tabii ki harekete, işvereni kayıtsız şartsız haklı sayan uşak zihniyeti alaşağı etmekle başlamalı.
Umarım yukarıda kişisel görüş ve gözlemlerimle küresel ölçekte tekelci/bireyci anlayışı iyi etüt edip üstümüze düşen görevleri yeterince açıklayabilmişimdir.
Karada bulunduğum sürede tanışıp gönüllü olarak çalışmalarınıza destek verme umuduyla ve yeni yılda yeni yayınlarınızı iyi haberler özlemi içinde sağlık, beraberlik ve başarılar dilerim…

Eralp Sargın
Uzakyol çarkçıbaşı

24.01.2012 // M/T BOMAR MERCURY // İNGİLTERE